‘Sevginin bir bedeli yok’
Şöyle bir arkamıza yaslanıp iki binli yılların film ve romanlarını gözden geçirdiğimizde döneme damga vuran eserlerin fantastik klanlar merkezli olduğunu görmek mümkün. “Yüzüklerin Efendisi”, “Harry Potter”, “Narnia Günlükleri” ve “Vampir Günlükleri” diye başlayan uzun bir liste kolaylıkla çıkarılabilir. Bu romanların araladığı kapıyı özellikle genç yetişkin romanları ardına kadar açınca özel bir formül çıktı ortaya. Geleceği neredeyse daha doğmadan şekillenmiş bir ana karakter, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir klanda çatlak ses oluşturarak kendisine biçilen kaderi reddedip maceraya atılıyor. Bulduğu yandaşlarla verdiği mücadele ile yeni kuşağın yarattığı devrim gözler önüne seriliyor. Bu peş peşe gelen örnekler sayesinde eski yeni pek çok yaratıkla tanıştık. Mevcut kodların değiştiğine, masalların ters yüz edildiğine şahit olduk. Hemen hepsinin gelenekleri yıkarak yeni bir şey inşa ettiğini gördük. Büyük bir çoğunluğu seriye dönüşen bu kitaplar, film ya da diziye uyarlanarak etkilerini de büyüterek kimi külte kimi de fenomene dönüşüyor. Bu alana yeni giriş yapan bir romanla tanışabiliriz artık. Sunyi Dean’in 2022 Ağustos’unda çıkan romanı ‘The Book Eaters’, kısa sürede çok satanlar listesine girmekle kalmadı, aldığı övgülerle hayranlar kazandı. “Vampir klanı tandanslı damızlık kızın öyküsü” olarak sıfatlandığı yılın sonunda pek çok ödüle de aday gösterildi. Niye kopmuş onca gürültü diye daha fazla meraklanmamıza gerek kalmadı neyse ki. Eymen Yalaz’ın çevirisiyle ‘Kitapyiyenler’ adıyla dilimizde karşılık buldu ve Athica etiketiyle Mart ayında raflarda yerini aldı.
KIZLAR TİCARET EŞYASI, ERKEKLER KOLAYCA HARCANABİLİR…
‘Kitapyiyenler’, tam da tarif edildiği gibi bir roman diyelim en baştan. ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ ile ‘Vampir Günlükleri’nin tam ortasında yer alan bir karışım diyebiliriz. Hatta öncülü romanlardan izler ve tatlar barındırdığını da ekleriz. Başta anlattığım formülü başarıyla uygulayan Sunyi Dean, yepyeni bir tür yaratmış. Gelenekçi bir klan oluşturarak ikiye bölmüş ve safları sıklaştırarak aksiyonu gazlamış. Kitapsever her okuru heyecanlandıran bir toplulukla tanışıyoruz. Altı aileden oluşan bir topluluk bu: Kitapyiyenler. Kendilerini aileler olarak görseler de aile kavramına hiç değer vermiyorlar. Karmaşık ve takip etmesi güç etnik kökenlere sahipler. Üremekte zorlanan, nadir kız doğumlarıyla zor zamanlar geçiren bir topluluk. Herkesin rolünün belli olduğu sıkı bir örgütlenmeye sahipler. En büyük sorun olan dişi azlığıyla başa çıkmak üzere yöntemler geliştirecek, çalışmalar yapacak kadar çağdaş bir ayakları da var. Prenses olarak adlandırılan kızlara biçilen rol, iki kez evlenmeleri ve doğurmalarından ibaret. Doğumdan en geç üç yıl sonra çocuklarından ayrılarak baba evine dönüyorlar. Annesiz, sevgisiz, şefkatsiz büyüyen bir topluluk yani karşımızdaki.
Tüm bu evlilik ayarlamalarını yapan diğer toplulukla da böylece tanışıyoruz. Şövalye ve ejderhalardan oluşan bir topluluk bu: Zihinyiyenler, güvenliği sağlıyor. Ejderhalar derken o mitolojik yaratıklar gelmesin aklınıza. Boğazlarında ouroboros ejderha dövmesi taşıyan yetişkin zihinyiyenler sadece. Zemini böylece oluşturan yazar, bizi kahramanıyla tanıştırıyor. Biçilmiş rolüne karşı çıkarak zoru deneyecek, mücadele verecek Devon’un peşinden giderek maceraya atılmamızı istiyor. Tüm detayları düşünerek eksiksiz bir evren yaratan yazarın planı tastamam tutuyor. Hem Devon’u seviyor hem de onun tarafında yer alarak o “devrim”i dört gözle bekliyor, sayfaları yutar gibi okuyoruz. En mutlu masallarda bile prenseslerin genellikle çok fazla seçeneği olmadığını biliyoruz. Devon’un hayatını anlamlandıracağı bağlamları kolayca kabul ediyoruz.
Romanın soluk soluğa okunmasının ve bu derece sevilmesinin sebebi de yazarın kurgu ile okura nefes alacak zamanı tanımaması. İki farklı zamanı kurgulayarak anlatan Dean, Devon’u önce evlenme hazırlıklarında sonra da zihinyiyen oğlu ile birlikte kaçışta işleyerek mücadelenin fitilini ateşliyor. Devon’un duygu yoğunluğunu, fedakarlık potansiyelini, iyiliğin tarafında yer alma çabasını okuyan okurun onun tarafını tutmak dışında bir seçeneği kalmıyor böylece. O devrim ateşi er geç yakılacak çığlıklarını attırıyor.
Bir diğer detay da kitabın arka kapağında konuya dair hiçbir bilginin yer almaması. Şık bir ciltli kapak ve kitapyiyen bir klanın gotik bir anti-peri masalı gerçeğiyle anlatıldığını vurgulayan sözlerle ulaşıyor okura. İçinde tam teşekküllü bir klan macerası, tüm detayları düşünülmüş bir canavar havuzu barındırdığını görmek için sayfaları çevirmek gerekiyor. Bu da okura şaşırtıcılık olarak yansıyor. İlk sayfadan itibaren içine çekildiği dehlizde tanıdık tonlarla karşılaşsa da yeni bir şeyle karşı karşıya olma dürtüsü çok çarpıcı hale geliyor. Romanın bir diğer gücü de bu.
KURALLARA UYMAK, ÇİZGİYİ TAKİP ETMEK, İYİ BİR HAYAT YAŞAMAK MI?
En başta akla gelen soruyu soralım ve cevapları arayalım. Peki gerçekçi mi? İnandırıcı mı? Yüzeysel mi, derinlikli mi? Yazar da kendisine bu soruları sormuş olmalı ki, tüm soruların cevapları konusunda şüpheye yer bırakmamış. Ailelerin yapısını anlatırken bilgiye boğmadan yavaş yavaş tamamlanan bir puzzle gibi dokumayı seçmiş. İnsanlardan uzak, doğum belgeleri olmayan bir topluluk bu. Haklarındaki detaylar için çok işlevsel bir karakter yaratmış yazar. Mani adlı araştırmacı, bir kitap yazmış. O kitaptan alıntıları da her bölümün başındaki epigraflardan okuyoruz. “Her açıdan içine kapanık ve izole edilmiş durumdalar. Acaba bu insanlar eski yerel efsanelerin kaynağı olabilir mi?” diyerek giriş yapan karakteri sonrasında olaya da dahil ederek kurguyu tamamlamış. “Okumak utanç verici bir şeydi. Yazılı bilgiyi tüketiriz. Kağıt eti tüketir, depolar ve toplarız. Koleksiyoncu bizi bunu yapmamız için yaratmıştır, her ne kadar insan derisine bürünmüş olsak da. Ama okumayız ve yazamayız” diyen aile büyüklerinden de bilgiler alıyoruz.
YENİLEBİLİR MASALLARDAN OLUŞAN BİR HAPİSHANEDEN KAÇIŞ
Devon’un zihinyiyen oğlu Cai’nin öyküsü romanın en ilgi çekici anlarını beraberinde getiriyor. Hortum dilli bu yaratıklar insanların kulaklarından girerek beyinlerini yiyorlar. Yedikleri her insanın anılarından oluşan bir bütün haline geliyorlar. Zihinyiyenler’in öyküsü bolca dini motifle süslü. Açlıkla sürekli mücadele etmeleri bir yana Devon’un kurbanlarına “İyi bir insan mısınız? Kibar mısınız?” sorularını sorması ve aldığı yanıtlarla oluşan derinliği de katmış oluyor. “İyi olmak zor, felaket zor. Hayat devam ediyor ve durup durup sana vuruyor” diyor örneğin. O bitmek tükenmek bilmeyen açlığı giderecek şeyin adını da tam olarak “Kurtuluş. Dini değil, kimyasal olan” diyerek açıklıyor. Aile tarafından üretilen bu ilacın da birinin tekelinde olması ve devrime giden yolda mutlak arzu nesnesi olmasıyla her şey tamamlanmış oluyor. Hedefler oldukça net. Devon’un oğlu Cai ile kurtuluştan bolca alıp kaçması gerekiyor. Mücadele etmesi gereken Ravenscar ailesi ile ilgili de ayrı bir macera var. Casusluk-Polisiye karışımı macera ile karşılaşılan kötü de oldukça etkileyici. Kutsal kitap alıntılarına da yer verilen baba-oğul çatışmasına çıkan bir yol var ki romanın doruk noktası da tam olarak o bölümler. Okurlar için şaşırtıcı ama çok keyifli bir durak olarak nispeten daha yavaş tadını çıkara çıkara okunası anlar barındırıyor.
Kitap yeme deyince düşünülebilecek manzaralardan uzak bir roman bu. Devon’un iştahını “ne kadar çöp olursa o kadar iyi” dediği “eğlenceli kitaplar” açıyor. “Şaşalı edebiyatı yaşlı ukala tiplere” bırakıyor. En önemli mesajı da tam bu sırada veriyor: “Kitapları yemek değil de, bazen onları okumak da isterdi ancak asıl önemli olan kendi kitaplarını seçmekti, kendini kitaba nasıl vereceğine ve nasıl şekillendireceğine kendisi karar vermekti.” Ne kadar fantastik olsa da gerçeklerden uzaklaşmayarak inandırıcı ve gerçekçi bir masala dönüşüyor. Masalın en önemli unsuru da sevgi. Devon’un çocuklarına olan karşılıksız, kendi deyimiyle “maliyetsiz” sevgi. Sık sık sevgi üzerine cümleler kuruyor ve düşündürüyor: “Sevginin bir maliyeti yok. Yaptığın bir seçimdir sevgi.”
Fantastik evrenden farklı ve özgün bir roman okumak isteyenleri bekleyen ‘Kitapyiyenler’ ait olduğu klanın geleneklerini yıkarken sevginin önemine sık sık değinen bir anti-peri masalı. Dünya toz pembe değil. Biraz da karanlık masallar lazım diyenler için biçilmiş kaftan. “Kelimeler bize etki eder. Bazı kimyasal maddeler de öyle… Bir basılı sayfayı doğru miktarda uyarıcıyla harmanlarsan, oldukça etkileyici deneyimler elde edersin.” demesi boşuna değil.